Komik Çocuklar

Tuvalet Şakası izle
   
  oyun dünya haber mzüzük canlı tv sohpet vbzeri geziciler hayata hoş geldiniz
  ŞİİRLER
 

Masadaki Yazıcı Adam ve Hata...
ve Titanlar...

 


Öykünün özü: Her birimizin basit bir 'hata' olma ihtimali var. Değerler ve yaratıcılar değiştikçe 'hata'nın nitelikleri de değişir. Önemli olan 'hata'nın nedenini tespit edebilmektir. Eli kanlı ve aç insanlarla dolu 'bu dünya' bir 'hata'dır. Bu bağlamda bize düşen; en azından öyküdeki 'Hata' olabilmektir…

:CJ:
*Öyküyü okumaya başlamadan Mahler'in The Titans adlı eserinin hazır hale getirilmesi ve öyküyle beraber dinlenmesi önerilir.







MASADAKİ YAZICI ADAM VE HATA…







Kanını içtiğinde, uyandı. Ter içindeydi. Yatakta doğruldu. Yıldızsız bir gece kadar siyah ve pürüzsüz yorganın altından çıkan, ancak onun gibi biri olurdu. Başucundaki suya uzandı ve kana kana içti. Sonra tekrar uykuya daldı…



O sabah da her sabah gibi aynı saatte kalktı, aynı evden çıkış aşamalarını gerçekleştirdi, aynı saatte iş yerinde oldu…



Masası kusursuz bir kareydi. Odanın tam ortasında duruyordu…



İlk yaptığı, sekreterinden su istemek oldu. Su birinci dakika birinci saniyede geldi. Kana kana içti.



***



Genelde müşterileri kadındı. Belli ki kadınlar daha çok istiyor, daha çok önem veriyordu.

Bu sefer de ilk müşteri kadındı. Kadın masanın simetrisini bozacak şekilde karşısına oturdu.

—Hoş geldiniz

—Merhaba

—Hemen işimize başlayalım isterseniz

—Sevinirim

—Öncelikle size sizin de bildiğinizi düşündüğüm belli soruları sormam lazım

—Buyurun

—Gereksiz tamlamaların komedisi altında ezilmiş bir sürü trajedi yazılıyor, yazıldı, yazılacak. Bu bağlamda sizin gereksiz bulduğunuz nitelikler nelerdir ve bu nitelikleri nerelerde kullanmayalım?

—Saç için sarı, boy için kısa, ten için siyah...

—Başka

—Tin için özgür

—Başka

—Diğer tercih haklarımda standart uygulama istiyorum

—Anlaştık. Biz sizi arayacağız.



***




İkinci müşteriden önce su içmek istedi. Bir dakika bir saniye sonra su geldi. Kana kana suya boyanmış kanı içti. Bardağı masaya koymaya 1 mm kalmıştı ki... Birden kapı açıldı. Hata tam karşısındaydı. Kısa boylu bir siyahtı Hata. Annesini hiç tanımamış ve meydana getirildiği günden beri sokakta büyümüştü. Elleri kanıyordu Hata'nın. Yorgun gözlerinden umutsuz bir nefret okunuyordu. Hata hızla masaya doğru koştu ve kanlı ellerini 'masadaki adam'ın boynunu sıkmak için kullandı. Bir yandan da bağırıyordu...



NEDEN



Hata, bundan 22 yıl önce 'Masadaki Adam'ın ilk müşterisi kadın gibi bir müşterinin siparişi sonucu meydana gelmişti. Ama ne yazık ki o bir sistem hatasıydı... Nedeni bilinmiyordu...



Tabiî ki bu neden sorusuna 'Masadaki Adam' cevap veremedi. Ama mutlaka bir şey söylemeliydi çünkü o 'Masadaki Yazıcı Adam'dı. Nefesini tuttu ve şu cümleleri sarf etti...



—Demedim mi ben size:

'Dayanın ey insanlar gelecek kurtarıcınız

Ama size başka bir kurtarıcı vaat edecek

Dayanın...

Ve

Yazın kendi yalanlarınızı, nasıl olsa yine siz sileceksiniz

Hem insan dediğin ancak köleyken mutlu
Sen en iyisi
Bas üstüne o kurbağa misali insanların
Çiğne ayaklarının altında
Onlar değil miydi kurallar yaratıp uymayan
Onlar değil miydi kitaplar yazıp bir daha yazan
ve onlar değil midir yarattıklarına tapan'



Hata, bu cümlelerin ardından biraz zaman alsa da sakinleşti, ne de olsa kutsal kelimelerdi bunlar. Ellerini 'Masadaki Yazıcı Adam'ın boynundan çekti ve yere düştü.



***



Galiba bir hata daha giderilmişti. 'Masadaki yazıcı adam' diğer müşterisi gelmeden üstüne bulaşan kanları temizlemeliydi. O kanlar ki sanki her zamankinden daha çok yapışmıştı üstüne. Acaba bu yapışkanlığın nedeni ilk defa birinin boğazını bu kadar uzun süre sıkabilmesi miydi? Bunu düşünecek zamanı yoktu yeni müşterisi gelmişti bile.



***



—Hoş geldiniz.

—Merhaba

—Evet, nasıl bir çocuk istiyoruz bakalım

—Sizi öldürebilecek bir çocuk istiyorum...



Derdim Eskiye Öykünmek Olsa!
Ömer Akşahan
Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce. Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.

:AI:
Ömer AKŞAHAN

Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce.
Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.
Ama işin perde arkasına inildiğinde günümüzde gergef işler gibi özenle yapılan öyle şeyler var ki, bunları anlayabilmek ve doğru anlatabilmek için geçmişe doğru bir yolculuk gerek!
Sosyoloji, toplumları ve toplumsal olayların perde arkasını araştıran bilim dalı. Bu bilimin ortaya koyduğu bulgulara ilişkin kaynaklar nedense kitapçı raflarında pek sık rastlanmıyor. Sağlıklı yorum yapmak için bu bilimin ortaya koyacağı ciddi yapıtlara gereksinim var.
Sosyologlar araştıradursunlar, biz yine kendi gözlemlerimizi ortaya koyarak sürdürelim yazımızı.
***
Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramı, ardından 3 Eylül Ödemiş’in düşman işgalinden kurtuluşu törenleri vardı. Her iki törenin ortak yanı, geçmişte Ödemiş Belediyesi yayın cihazından halka kahramanlık türküleri dinletilirken, şimdi hangi gerekçeyle olursa olsun, bu işten vazgeçilmesi, gerçekten düşündürücü.
Yeri gelmişken, önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var; bakalım o zaman da Belediyenin sessizliği sürecek mi?
Yine değinmek istediğim bir diğer noktaysa; 3 Eylül Kurtuluş Şenliklerinde Mehteran Ekibinin gösteri yapmasına bir anlam veremedim. Tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa; Ödemiş’i Yunan askerinden kurtaran Osmanlı değil Milli Kurtuluş Ordusuydu!
Bir Türk yurttaşı olarak, tarihimi bilmek, onu doğru yorumlayabilmek asli görevim.
Bu bağlamda mehteran ekibini ve tarih içindeki yerini de öğrenmek elbette hakkım. Ancak bu tarihi figürleri doğru yerde ve doğru zamanda kullanmak da yönetimlerin işi olsa gerek.
Bu ekibin sıkça gündeme getirilmesinin bir nedeni de, bana göre, geçmişe özlem duyanların gayretkeşliğidir…
***
Ödemişli sıkıntılı… Sadece Ödemişli olsa, gene bir teselli bulunurdu…
İşadamı, esnafı, işçisi, köylüsü, öğrencisi…
Kime sorsam, derdini dinleyen biri çıktığından az da olsa mutlu oluyor.
Esnaf, belediye zabıtasının ayrımcılık yapmasından şikayetçi…
İşadamı, bir gecede imar tadilatı yapan belediye meclisinden şikayetçi…
İşçi, karnını doyuracak, sigortalı bir iş bulamamaktan şikayetçi…
Köylü, ürünün para etmeyişinden, gübre, tohum fiyatlarının el yakmasından şikayetçi…
Öğrenci, geleceğinin belirsizliğinden, eğitim kalitesinin düşüklüğünden şikayetçi…
Mustafa Erdal Ağabeyim de yazılarımın uzunluğundan şikayetçi!
Ben mi? Ne demek, estağfurullah; bu kadar şikayetçi arasında esamem okunur mu hiç?
***
Sonuçta duyduğum onca şey karşısında, geleceğimizi sorguluyorum. Bu gözlemleri okurlarla paylaşmayı da bir sorumluluk kabul ediyorum.
***
İçime bir türlü sindiremediğim işlerden biri de, kurumların özellikle belediyelerin hangi partiden olursa olsunlar, seçilmiş insanlarca bir rant kapısı haline getirilmesidir.
Örneğin 130 YTL’ye satın alınabilecek bir şeyi, sen kalkar da 220 YTL’ye satın alırsan, adama bunu neden böyle yaptın diye bu dünyada soran yoksa, ahirete inandığını söyleyen o adama öteki âlemde sorulmayacak mı?
“Sen, huzuruma nasıl yetim hakkı yiyerek geliyorsun? Oysa size gönderdiğim kitapta, karşıma kul hakkı yiyerek gelmemenizi öğütledim!” diye hesap sormayacak mı?
Dinime söven bari Müslüman olsa, diye bir söz var ya, doğrusu bu yolsuzlukları, parti kayırmalarını, eş dost zenginleştirmelerini okudukça, duydukça iğreniyorum…
Siyasetten…
Yüze gülüp, arkanızdan konuşanlardan…
Başkan adayı olabilmek için el etek öpenlerden…
Söz verip, sözünde durmayanlardan…
Yalanla, riyayla sizi satın almaya, kullanmaya çalışanlardan…
Hayvanlardan tiksinenlerden…
Çiçekleri sevmeyenlerden…
***
Derdim sadece eskiye öykünmek olsa, gülüp geçerdim, her şeyden; yardan, serden ama
Derdim Eskiye Öykünmek Olsa!
Ömer Akşahan
Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce. Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.

:AI:
Ömer AKŞAHAN

Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce.
Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.
Ama işin perde arkasına inildiğinde günümüzde gergef işler gibi özenle yapılan öyle şeyler var ki, bunları anlayabilmek ve doğru anlatabilmek için geçmişe doğru bir yolculuk gerek!
Sosyoloji, toplumları ve toplumsal olayların perde arkasını araştıran bilim dalı. Bu bilimin ortaya koyduğu bulgulara ilişkin kaynaklar nedense kitapçı raflarında pek sık rastlanmıyor. Sağlıklı yorum yapmak için bu bilimin ortaya koyacağı ciddi yapıtlara gereksinim var.
Sosyologlar araştıradursunlar, biz yine kendi gözlemlerimizi ortaya koyarak sürdürelim yazımızı.
***
Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramı, ardından 3 Eylül Ödemiş’in düşman işgalinden kurtuluşu törenleri vardı. Her iki törenin ortak yanı, geçmişte Ödemiş Belediyesi yayın cihazından halka kahramanlık türküleri dinletilirken, şimdi hangi gerekçeyle olursa olsun, bu işten vazgeçilmesi, gerçekten düşündürücü.
Yeri gelmişken, önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var; bakalım o zaman da Belediyenin sessizliği sürecek mi?
Yine değinmek istediğim bir diğer noktaysa; 3 Eylül Kurtuluş Şenliklerinde Mehteran Ekibinin gösteri yapmasına bir anlam veremedim. Tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa; Ödemiş’i Yunan askerinden kurtaran Osmanlı değil Milli Kurtuluş Ordusuydu!
Bir Türk yurttaşı olarak, tarihimi bilmek, onu doğru yorumlayabilmek asli görevim.
Bu bağlamda mehteran ekibini ve tarih içindeki yerini de öğrenmek elbette hakkım. Ancak bu tarihi figürleri doğru yerde ve doğru zamanda kullanmak da yönetimlerin işi olsa gerek.
Bu ekibin sıkça gündeme getirilmesinin bir nedeni de, bana göre, geçmişe özlem duyanların gayretkeşliğidir…
***
Ödemişli sıkıntılı… Sadece Ödemişli olsa, gene bir teselli bulunurdu…
İşadamı, esnafı, işçisi, köylüsü, öğrencisi…
Kime sorsam, derdini dinleyen biri çıktığından az da olsa mutlu oluyor.
Esnaf, belediye zabıtasının ayrımcılık yapmasından şikayetçi…
İşadamı, bir gecede imar tadilatı yapan belediye meclisinden şikayetçi…
İşçi, karnını doyuracak, sigortalı bir iş bulamamaktan şikayetçi…
Köylü, ürünün para etmeyişinden, gübre, tohum fiyatlarının el yakmasından şikayetçi…
Öğrenci, geleceğinin belirsizliğinden, eğitim kalitesinin düşüklüğünden şikayetçi…
Mustafa Erdal Ağabeyim de yazılarımın uzunluğundan şikayetçi!
Ben mi? Ne demek, estağfurullah; bu kadar şikayetçi arasında esamem okunur mu hiç?
***
Sonuçta duyduğum onca şey karşısında, geleceğimizi sorguluyorum. Bu gözlemleri okurlarla paylaşmayı da bir sorumluluk kabul ediyorum.
***
İçime bir türlü sindiremediğim işlerden biri de, kurumların özellikle belediyelerin hangi partiden olursa olsunlar, seçilmiş insanlarca bir rant kapısı haline getirilmesidir.
Örneğin 130 YTL’ye satın alınabilecek bir şeyi, sen kalkar da 220 YTL’ye satın alırsan, adama bunu neden böyle yaptın diye bu dünyada soran yoksa, ahirete inandığını söyleyen o adama öteki âlemde sorulmayacak mı?
“Sen, huzuruma nasıl yetim hakkı yiyerek geliyorsun? Oysa size gönderdiğim kitapta, karşıma kul hakkı yiyerek gelmemenizi öğütledim!” diye hesap sormayacak mı?
Dinime söven bari Müslüman olsa, diye bir söz var ya, doğrusu bu yolsuzlukları, parti kayırmalarını, eş dost zenginleştirmelerini okudukça, duydukça iğreniyorum…
Siyasetten…
Yüze gülüp, arkanızdan konuşanlardan…
Başkan adayı olabilmek için el etek öpenlerden…
Söz verip, sözünde durmayanlardan…
Yalanla, riyayla sizi satın almaya, kullanmaya çalışanlardan…
Hayvanlardan tiksinenlerden…
Çiçekleri sevmeyenlerden…
***
Derdim sadece eskiye öykünmek olsa, gülüp geçerdim, her şeyden; yardan, serden ama
Derdim Eskiye Öykünmek Olsa!
Ömer Akşahan
Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce. Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.

:AI:
Ömer AKŞAHAN

Gördüğüm öyle şeyler var ki, ister istemez beni eski günlere taşıyor. Geçmişin şimdi bana çok farklı gelen o siyah beyaz fotoğraflarından uzak kalamazsın, diyor sessizce.
Derdim eskiye öykünmek olsa, bu söze gülüp geçerdim.
Ama işin perde arkasına inildiğinde günümüzde gergef işler gibi özenle yapılan öyle şeyler var ki, bunları anlayabilmek ve doğru anlatabilmek için geçmişe doğru bir yolculuk gerek!
Sosyoloji, toplumları ve toplumsal olayların perde arkasını araştıran bilim dalı. Bu bilimin ortaya koyduğu bulgulara ilişkin kaynaklar nedense kitapçı raflarında pek sık rastlanmıyor. Sağlıklı yorum yapmak için bu bilimin ortaya koyacağı ciddi yapıtlara gereksinim var.
Sosyologlar araştıradursunlar, biz yine kendi gözlemlerimizi ortaya koyarak sürdürelim yazımızı.
***
Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramı, ardından 3 Eylül Ödemiş’in düşman işgalinden kurtuluşu törenleri vardı. Her iki törenin ortak yanı, geçmişte Ödemiş Belediyesi yayın cihazından halka kahramanlık türküleri dinletilirken, şimdi hangi gerekçeyle olursa olsun, bu işten vazgeçilmesi, gerçekten düşündürücü.
Yeri gelmişken, önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var; bakalım o zaman da Belediyenin sessizliği sürecek mi?
Yine değinmek istediğim bir diğer noktaysa; 3 Eylül Kurtuluş Şenliklerinde Mehteran Ekibinin gösteri yapmasına bir anlam veremedim. Tarihi bilgilerim beni yanıltmıyorsa; Ödemiş’i Yunan askerinden kurtaran Osmanlı değil Milli Kurtuluş Ordusuydu!
Bir Türk yurttaşı olarak, tarihimi bilmek, onu doğru yorumlayabilmek asli görevim.
Bu bağlamda mehteran ekibini ve tarih içindeki yerini de öğrenmek elbette hakkım. Ancak bu tarihi figürleri doğru yerde ve doğru zamanda kullanmak da yönetimlerin işi olsa gerek.
Bu ekibin sıkça gündeme getirilmesinin bir nedeni de, bana göre, geçmişe özlem duyanların gayretkeşliğidir…
***
Ödemişli sıkıntılı… Sadece Ödemişli olsa, gene bir teselli bulunurdu…
İşadamı, esnafı, işçisi, köylüsü, öğrencisi…
Kime sorsam, derdini dinleyen biri çıktığından az da olsa mutlu oluyor.
Esnaf, belediye zabıtasının ayrımcılık yapmasından şikayetçi…
İşadamı, bir gecede imar tadilatı yapan belediye meclisinden şikayetçi…
İşçi, karnını doyuracak, sigortalı bir iş bulamamaktan şikayetçi…
Köylü, ürünün para etmeyişinden, gübre, tohum fiyatlarının el yakmasından şikayetçi…
Öğrenci, geleceğinin belirsizliğinden, eğitim kalitesinin düşüklüğünden şikayetçi…
Mustafa Erdal Ağabeyim de yazılarımın uzunluğundan şikayetçi!
Ben mi? Ne demek, estağfurullah; bu kadar şikayetçi arasında esamem okunur mu hiç?
***
Sonuçta duyduğum onca şey karşısında, geleceğimizi sorguluyorum. Bu gözlemleri okurlarla paylaşmayı da bir sorumluluk kabul ediyorum.
***
İçime bir türlü sindiremediğim işlerden biri de, kurumların özellikle belediyelerin hangi partiden olursa olsunlar, seçilmiş insanlarca bir rant kapısı haline getirilmesidir.
Örneğin 130 YTL’ye satın alınabilecek bir şeyi, sen kalkar da 220 YTL’ye satın alırsan, adama bunu neden böyle yaptın diye bu dünyada soran yoksa, ahirete inandığını söyleyen o adama öteki âlemde sorulmayacak mı?
“Sen, huzuruma nasıl yetim hakkı yiyerek geliyorsun? Oysa size gönderdiğim kitapta, karşıma kul hakkı yiyerek gelmemenizi öğütledim!” diye hesap sormayacak mı?
Dinime söven bari Müslüman olsa, diye bir söz var ya, doğrusu bu yolsuzlukları, parti kayırmalarını, eş dost zenginleştirmelerini okudukça, duydukça iğreniyorum…
Siyasetten…
Yüze gülüp, arkanızdan konuşanlardan…
Başkan adayı olabilmek için el etek öpenlerden…
Söz verip, sözünde durmayanlardan…
Yalanla, riyayla sizi satın almaya, kullanmaya çalışanlardan…
Hayvanlardan tiksinenlerden…
Çiçekleri sevmeyenlerden…
***
Derdim sadece eskiye öykünmek olsa, gülüp geçerdim, her şeyden; yardan, serden ama
 
  BUGUÜN SİTEMİZİ ZİYARET EDEN ÜYELER 27434 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol